Neden Müjde diyorlar?

Neden Müjde diyorlar?

İNSAN NEDEN BU DÜNYADA?
Tanrı “kendi benzeyişinde” olarak yarattığı insanı kutsadı. Bu bağlamda “kutsadı” sözcüğü şu anlama gelir: Tanrı insanın kendisiyle anlamlı, yakın bir ilişki içinde yaşamasını amaçlamıştır. İnsan, Tanrı’nın egemenliğine üyeydi ve Tanrı’ya güvenip verdiği vahyi yerine getirerek Tanrı’yı sevmenin ve O’na tapınmanın ne anlama geldiğini, Tanrı’nın egemenliğinin değerini gösterecek, Tanrı’nın dünyayı kutsama aracı olacaktı. (Yaratılış 1:26-28; Mezmur 8).

İNSAN BU HALE NASIL GELDİ?
Ne var ki, insan Tanrı’nın buyruğunu yerine getirmek istemedi. Tanrı gibi olmak isteyen insan, her konuda kendi yolunu seçmek ister, kendi yaşamını yönetmekte ısrar eder. Günahın özü, insanın Tanrı’ya karşı takındığı asi tutum, insanı Tanrı’nın isteklerini yerine getiremez duruma sokan bir etkendir. Günahın sonucu olarak insanla Tanrı arasındaki yakın ilişki bozuldu ve insan günahın kölesi oldu. Bu bozuk ilişki ruhsal ölüm olarak nitelendirilir. Dünyaya gelen her insanın acıklı durumu, işte budur. İnsan günahtan ötürü ruhsal olarak ölüdür ve Tanrı’nın isteklerini her zaman yerine getirme yetisinden yoksundur (Romalılar 1:18-32; Efesliler 2:1-3).

TANRI’NIN BU DURUMUMUZA BAKIŞI NEDİR?
Tanrı insanı sever. Ancak bütün sıfatları uyarınca tutarlı davranan, sonsuz ve adil Tanrı, günahı cezasız bırakamaz. Günahlı insanın Tanrı’nın kutsal egemenliğinde yer alması mümkün değildir. Kutsal Tanrı’nın ölçütlerine erişemeyen kişi, cehennemde, Tanrı’dan sonsuzluk boyunca ayrı kalacaktır (Vahiy 20:11-15; Matta 25:41-46).

BU DURUMU DEĞİŞTİREBİLECEK BİR ŞEY YAPABİLİR MİYİZ?
İnsan kötülüklerini iyilikle dengelemek için ne kadar uğraşıp didinse de, yaptığı veya yapacağı sayısız iyilik veya sevap, Tanrı ile olan ilişkisini onarmaya yeterli olamayacaktır.

Aynı şekilde, insan herhangi bir dinin koyduğu kuralları uygulamakla da kendini bu ümitsiz durumdan kurtaramaz. Tanrı zaten iyilik yapmamızı ister, iyiliklerimizin kötülüklerimizi telafi etmeye bir yararı yoktur. Tanrı’nın yasası, günahlı insanı kurtuluşa eriştirmek için değil, günahlı olduğumuzun bilincine varmamız için verilmiştir (Galatyalılar 2:11-4:7).

HİÇBİR ŞEY YAPAMAYACAĞIMIZA GÖRE HİÇBİR ŞEKİLDE KURTULUŞ YOK MU?
Tanrı, hem sevdiği insanları günahlarının gerektirdiği ölüm cezasından kurtarmak ister hem de günahı cezasız bırakamaz. Bu ikilemin çözümlenmesi mümkün mü? İşte İsa Mesih’in çarmıh üzerindeki ölümü burada anlam kazanmaktadır. İsa’nın ölümü kaza, talihsizlik veya adaletsizlik eseri değil, bilinçli ve amaçlı bir eylemdir; Tanrı’nın çok önceden hazırladığı kurtuluş planının temelidir (1. Petrus 1:20).

İsa Mesih babasının sözünü dinleyen bir Oğul olarak sizin, benim, bütün insanların günahlarını yüklenerek bizim cezamızı çekti; bizim yerimize kurban olarak öldü. Üçüncü gün ölümden dirildi. Böylece, hem günaha tutsaklıktan kurtulamama sorunumuzu ortadan kaldırdı hem de ruhsal olarak ölü insanın ihtiyacı olan yeni ve sonsuz yaşamı sağladı (Romalılar 3:21-31; 1. Korintliler 15:1-4).

FAKAT İSA MESİH BÖYLE BİR ŞEYİ NASIL YAPABİLİR? O BİR PEYGAMBER, DEĞİL Mİ?
Evet, peygamberdi ama aynı zamanda İsa Mesih peygamberden çok daha üstündü. İncil’in öğretisine göre İsa Mesih, Tevrat, Zebur ve diğer peygamberlerin geleceğini önceden bildirdikleri Kral ve Kurtarıcıdır. İsa Mesih, Tanrı’nın özü olan Tanrı Sözü’nün ta kendisi; tam ve gerçek insan tam ve gerçek Tanrı’dır. İşte böylelikle İsa Mesih hem insanın yerine günahın bedelini ölümle ödeyebilmiştir hem de günahlı olmadığı, tümüyle kutsal olduğu için insanlara güvenilir bir kurtuluş armağanı sunabilmektedir (Yuhanna 1:1-18; Filipililer 2:5-11; Koloseliler 1:15-20).

BU KURTULUŞA NASIL ERİŞEBİLİRİM?
Sadece ve sadece İsa Mesih’e güvenmekle bu kurtuluşa sahip olabilirsiniz. Kurtuluş ve sonsuz yaşam, Tanrı’nın insanlara verdiği çok değerli ve büyük bir armağandır (Galatyalılar 2:16; Efesliler 2:8-9).

Tanrı, İsa Mesih’e güvenen herkesin günahını bağışlar (Efesliler 1:7). Böyle bir insan aklanır (Mesih’e ait olduğu için Tanrı onu kabul eder), Tanrı’yla barıştırılır (Romalılar 3:24) ve göksel yaşama daha bu dünyadayken kavuşur (Yuhanna 3:16).

Üstelik İsa’ya güvenen kişi, O’nun vaat ettiği Kutsal Ruh’u alır (Romalılar 8:9). Kutsal Ruh, Tanrı yolunda yürüyebilmemiz için, bu dünyada Tanrı’nın yaratılış amacını yerine getirmek için bize gereken gücü sağlar (Galatyalılar 5:13-26). Mesih imanlıları bu Ruh sayesinde, yaşamlarını hem Tanrı’nın isteğine göre hem insanların yararına olacak işler yaparak sürdürebilirler (Titus 3:8, 14).

İsa’ya güvenen kişi, O’nun ölümü ve dirilişi sayesinde kutsal kılındığı için cennete girip sonsuzluk boyunca Tanrı’yla yüz yüze yaşayacağına dair güvenceye sahip olur (1. Petrus 1:3-5; Romalılar 8:31-39).

Üçlü Birlik

Üçlü Birlik

I. Tek Tanrı’ya inanıyoruz.

Hristiyanlar tek Tanrı’ya inanırlar. Kutsal Kitap’ın birçok yerinde Tanrı’nın tekliği vurgulanır. Örneğin:

“Sonunda dünyanın bütün ulusları bilsinler ki, tek Tanrı RAB’dir ve O’ndan başka Tanrı yoktur. Bugünkü gibi O’nun kurallarına göre yaşamak ve buyruklarına uymak için bütün yüreğinizi Tanrımız RAB’be adayın (Tevrat: 1.Krallar 8:60-61).”

“Tek RAB sensin. Gökleri, göklerin göklerini, bütün gök cisimlerini, yeryüzünü ve içindeki her şeyi, denizleri ve içlerindeki her şeyi sen yarattın. Hepsine sen can verdin. Bütün gök cisimleri sana tapınır (Tevrat: Nehemya 9:6).”

“Sonsuz yaşam, tek gerçek Tanrı olan seni ve gönderdiğin İsa Mesih’i tanımalarıdır (İncil: Yuhanna 17:3).”

Yukarıdaki Kutsal Kitap ayetlerinde Tanrı’nın tekliği vurgulanır. Eğer Kutsal Kitap’ta bir yerde bile Tanrı’nın “tek Tanrı” olduğu söyleniyorsa ve bizler üç tanrıya inandığımızı söylersek ortada saçma, anlamsız bir durum vardır.

II: Üçlü Birlik Öğretisi nereden çıktı?

İlk yüz yılarda Kilise Babaları olarak adlandırılan Hristiyan ilahiyatçılar Kutsal Kitap’a baktıklarında Tanrı’nın insanlara görünmeyen Öz, Söz (Kelam) ve Ruh olarak açıkladığını gördüler.

“Hiç kimse hiçbir zaman Tanrı’yı görmüş değildir” (1.Yuhanna 4:12). Yaratan, tasarlayan varlık olarak buna görünmeyen Öz, dediler.

Aynı zamanda ilk yüzyıllardaki ilahiyatçılar Kutsal Kitap’ta Söz’ün (Kelam’ın) yaratılmamış, yaratıcı olduğu gerçeğini gördüler ve buna  “Söz (Kelam) Tanrı’dır” dediler ve Söz’ü görünmeyen Öz’den ayırmadılar.

“Tanrı, “Işık olsun” diye buyurdu ve ışık oldu” (Tevrat: Yaratılış 1:3).

Yine bu ilahiyatçılar Kutsal Kitap’ta Ruh’un yaratılmamış ve yaratıcı olduğunu gördüler. Söz’de olduğu gibi yaratılmamış olmak, yaratmak, yoktan var etmek yalnız Tanrı’nın özelliği olduğundan “Tanrı Ruh’tur” dediler.

“Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı’nın Ruhu suların üzerinde hareket ediyordu” (Tevrat: Yaratılış 1:2).

Sonuçta: Aynı öze sahip tek Tanrı kendini yaratılışta görünmeyen Öz, Kelam ve Ruh olarak açıklamıştır” dediler. Tanrı ile insanının kişisel ilişkisini ifade etmek için görünmeyen Öz’e Baba, insanlara kendini açıkladığı Kelam’a Oğul, yaratılışta etkinliğini Ruh’a da Kutsal Ruh denildi (Baba ve Oğul fiziksel değil manevi bir anlam ifade eder).

Adından da anlaşılacağı gibi Üçlübirlik öğretisinde üç tanrıdan değil, üç ayrı kişilikte kenedini açıklayan ve gösteren bir Tanrı’dan söz edilir.

III. Örnek verelim.

Şimdi verilen örnek yetersiz olabilir, ama Üçlübirlik öğretisini anlamaya yardımcı olur. İfade etmediğiniz sürece sizin düşüncenizi kimse bilemez, göremez. Ancak söz olarak ifade edildiğinde düşünceniz anlaşılır. Ve ifade edilen sözde insanları harekete geçirecek bir etki olması gerekir, yoksa söz anlamsız olurdu. Düşünce, söz ve etki birbirine hiç benzemez, ama bir arada bulunduklarında anlamlıdır. Bunlardan birini çıkarmak diğerlerini anlamsızlaştırır.

Belki düşüncenize öz, ifade edilişine söz, etkisine ruh, dersek Üçlübirlik öğretisi biraz daha anlaşılabilir.

Ortodoks, Katolik, Protestan

Ortodoks, Katolik, Protestan

Katoliklik, Ortodoksluk ve Protestanlık Arasındaki Farklar Nelerdir?

Ülkemizde en çok merak edilen konulardan birisi 3 temel Hristiyan mezhep olan Katoliklik, Ortodoksluk ve Protestanlık arasında ne fark olduğudur. Bu makalemizde bunlara değineceğiz. Öncesinde tabi ortak olduğu noktalardan bahsetmekte fayda var.

Katolikleri, Ortodoksları ve Protestanları bu mezheplerin birer parçası yapan özelliklerden daha önemlisi bu mezheplere mensup her bir bireyi Hristiyan yapan özelliklerin olmasıdır. Bu üç mezhep de temelde ilk günah (orijinal günah) kavramına, Üçlü Birlik (Baba – Oğul – Kutsal Ruh) kavramına, İsa Mesih’in Tanrı’nın beden almış hali olduğuna, günahlarımız için dünyaya gelip, çarmıhta ölüp, üç gün sonra dirilip, göğe yükseldiğine ve gelecekte yargılamak için tekrar geleceğine inanırlar. Kısacası Kutsal Kitap ve İznik İnanç Bildirgesi bu üç büyük mezhebin birleştiği iki temel kaynaktır ve Hristiyan olmak için yeterlidir. İznik İnanç Bildirgesi’ne bu linkten ulaşabilirsiniz.

Katolik ve Ortodoks Kiliselerin Bölünmesi:
Kiliseler arasındaki bölünmeye başlamadan önce Roma ve Kilise tarihinden bahsetmemiz gerekiyor. Bilindiği gibi Hristiyanlık MS 1. yy’da Roma İmparatorluğu’nun sınırları içerisinde doğup büyümüştür. MS 3. yy’ın sonuna yaklaştığımızda İngiltere’den başlayıp Batı ve Doğu Avrupa’yı bütün Akdeniz kıyılarını (Avrupa, Afrika ve Orta Doğu), Anadolu’yu kapsayan çok geniş bir toprak üzerinde egemenlik sürüyordu. Bu da yönetimi zorlaştırıyordu. İmparator Diocletian bu yönetimi kolaylaştırmak için MS. 285 yılında Roma İmparatoruğu’nu önce Batı ve Doğu olarak iki temel yönetim bölgesine sonra da her bir temel yönetim bölgesi’ni ikiye bölerek Tetrarki yani dörtlü yönetim sistemine geçmiştir. Bugünkü Yunanistan toprakları ve doğusu yani Doğu Roma Yunanca konuşan bir kültürden oluşuyordu. Yunanistan’ın batısında kalan topraklar daha çok Latince konuşan bir kültürden oluşuyordu. Bu iki büyük bölge arasında dil ve kültürden dolayı doğal bir farklılık zaten mevcuttu.

Kilise tarihinin ilk 300 yılında Roma İmparatorluğu’nda yasak olan Hristiyanlık MS. 306 yılında Konstantin’in imparator olmasıyla son buldu. Hristiyanlık artık yasak bir inanıştan çıkıp yasal hale gelmişti. Sonrasında Konstantin Roma İmparatorluğu’nun başkentini Roma’dan Konstantinopolis yani İstanbul’a taşır. Hristiyanlığın büyümesiyle beraber dünyada en büyük Hristiyanlık merkezleri Mısır’da İskenderiye, Anadolu’daki Antakya, Roma ve Konstantinopolis yani İstanbul’da bulunuyordu ve bu dört ana merkez tamamıyla eşitti. Başlarında Baş Episkoposlar bulunuyordu ve Papa olarak adlandırılan Roma Baş Episkoposu da bu eşit episkoposlar arasındaydı.

MS. 476 yılında Batı Roma barbar akınlarıyla tamamıyla yıkılmıştı. O dönemki Batı Roma topraklarına yerleşen farklı barbar grupları Hristiyanlığı ve Latin kültürünü benimsemişlerdi. Bu arada Doğu Roma İmparatorluğu İstanbul’un liderliğinde bir bütün olarak kalabilmişti. 8. yy’da İslam’ın ve İslam Devleti’nin Arabistan’dan başlayıp Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Anadolu’nun bir bölümünü fethetmesiyle Doğu Roma İmparatorlu topraklarında bulunan iki büyük Hristiyanlık merkezi, İskenderiye ve Antakya İslam Devleti tarafından ele geçirildikten sonra Hristiyanlık’ta sadece Roma ve İstanbul merkez olarak kalmıştı. Bu da ileride iki merkez arasında yetki konusunda çekişmelere sebep olacaktı.

MS. 726 yılında Doğu Roma İmparatoru 3. Leo, ikon ve resimleri yasaklatmıştı. Bu döneme İkonoklazma dönemi denir. Bu durum Roma ve İstanbul arasında ilk büyük probleme neden olmuştu. Roma Episkoposu yani Papa bu yasağa karşı çıkmıştı ve büyük tartışmalar başlamıştı. Bu da Roma Kilisesi’nin İstanbul Kilisesi’nden uzaklaşmaya başlamasına neden olmuştur.

MS. 751 yılında o dönem Doğu Roma İmparatorluğu sınırlarında bulunan Roma kuzeyden gelen barbarlar tarafından istila edilme tehlikesi oluştu. Doğu Roma İmparatorluğu’ndan yardım istemekten kaçınan Papa bugünkü Fransa ve Almanya’da oluşmuş olan Frankia krallığından yardım istedi ve Frankia kralı yardımlarıyla Roma’yı Papa’nın önderliğinde özgür bir ülke yaptı. Bu şekilde Roma Kilisesi Doğu Roma İmparatorluğu’ndan özgür kalmıştı. Bu durum batı ve doğu kiliselerinin birbirinden biraz daha uzaklaşmasına neden olmuştu. O dönem Frankia kralı olan Şarlman ve Papa yakın ilişkiler içerisindeydi. MS. 800 yılında Papa Şarlman’ı Doğu Roma İmparatorluğu’na rağmen Roma İmparatoru olarak kutsadı ve bu durum Şarlman’a kendi imparatoruluğunu büyütmesi ve koruması için ruhsal bir yetki verirken Papalık da siyasi koruma elde etmişti. Bu durum yasal olarak Roma İmparatoru olan Doğu Roma İmparatoru’nu kızdırmıştı ve batı ve doğu kilisesi için onarılamayacak zararlar vermişti. Siyasi olarak doğu ve batı ne kadar ayrı olsa da teorik olarak tek bir kilise vardı. MS. 863 yılında Doğu Roma İmparatoru İstanbul Patriği’ni seçtiğinde Papa buna karşı gelmişti. Bu atamanın kendisi tarafından yapılması gerektiği konusunda ısrar etmişti. Sonrasında doğu ve batı kiliseleri arasında küçük teolojik farklılıklar oluşmaya başladı.

1053 yılında Papa İtalya topraklarında bulunan Doğu Roma İmparatorluğu topraklarındaki kiliselerin Batı Kilisesi’nin ibadet anlayışını benimsemeleri konusunda zorlamıştı. Bu durum İstanbul Patriği’ni kızdırdı ve Patrik İstanbul’da bulunan Batı kiliselerini kapattırdı. 1054 yılında sonra Papa İstanbul Patriği’ni ve Doğu Kilisesi’ni aforoz ettiğini duyurdu. Bunun karşılığında İstanbul Patriği de Papa’yı Batı Kilisesi’ni aforoz ettiğini duyurdu. Bu şekilde Batı ve Doğu Kilisesi tamamen ayrılmıştı.

Batı kilisesi kendine Katolik ismini verdi. Katolik kelimesinin anlamı “evrensel”dir. Doğu kilisesi kendisini Ortodoks olarak adlandırdı. Ortodoks kelimesi “doğru” anlamına gelir.

Protestanlık:
1054’ten sonra Vatikan Avrupa’da hem siyasi, hem askeri anlamda bir çok krallıktan daha güçlü hale gelmişti. Bu güç Vatikan’ı ruhsal bir otoritenin yanında siyasi bir otoriteye çevirmişti. Tüm Avrupa’da toplanan vergilerle halk fakirleşirken kilise zenginleşmeye başlamıştı. Bu dönemde kilise doktrinlerinde de değişimler görünmeye başlamıştı. 1300’lü yıllarda İngiltere’de bir rahip olan John Wycliff, Vatikan’ın bazı doktrinlerine karşı çıkmaya başlamıştı. En önemlisi sadece Latince yazılan ve Latince okunabilen Kutsal Kitap’ı İngilizceye çevirmek istemişti ve bu o dönemde kilise tarafından büyük tepkiyle karşılanmıştı. Wycliff’in bu düşünceleri büyük toplulukları harekete geçirmeye yetmemişti ama yaklaşık yüz yıl sonrasında başka bir rahip bunu başaracaktı.

1504 yılında Martin Luther adında Alman bir rahip özellikle Katolik inancı olan Araf ve Endüljans (günahların temizlenmesi için gerekli olan tövbe ve uygulamaları) kavramlarına karşı 95 maddelik bir tezi Wittenberg Katedralinin kapısına yapıştırmıştı. Martin Luther’in iddiası şuydu: “Kurtuluş sadece İsa Mesih’e imanla gelir” İyi işlerle kurtuluşun olamayacağını ve Araf (öldükten sonra cennete girmeden önce günahların cezasının ödendiğine inanılan yer) diye bir kavramın olmadığını iddia etti. Bu Vatikan’ı hiç hoşnut etmedi ve Luther aforoz edildi. Luther’in takipçileri ise bu konuda ısrarcı olarak bu düşüncelerini yaydı. Kısa sürede özellikle Batı ve Kuzey Avrupa’yı kapsayan isyanlar ortaya çıktı ve bugün bizim bildiğimiz Reformasyon hareketi başlamış oldu. Martin Luther sadece kurtuluş ile ilgili öğretişlere karşı çıkarken kısa bir süre sonra başka teologlar farklı Katolik öğretişlere karşı çıkmaya başladılar ve bizim bugün bildiğimiz Protestan mezhebi ortaya çıktı.

Katolik – Ortodoks – Protestan Teolojik Farklar:
Bu üç büyük mezhep Hristiyan olarak aynı temel inançlara sahipler ancak bazı detaylarda farklılık gösterirler. Aşağıda hangi konularda farklı inanışlara sahip olduklarını görebilirsiniz:

Elçisel Ardıllık:
Elçisel Ardıllık inanışı İsa Mesih’ten elçilerine, elçilerinden episkoposlara ve onlardan da rahiplere bir yetki aktarımı anlamına gelir. Bu inanışa göre yetki bu sırayla geldiği için kilisedeki atamalar ancak episkoposlar tarafından yapılır. Dolayısıyla sakramentler (vaftiz, ekmek – şarap ayini, evlilik vs.) ve öğretiş ancak bu atanmış kişiler tarafından uygulanır. Katolik ve Ortodoks kiliseleri bu kavrama inanırken, Protestan kiliseler genel olarak buna inanmazlar. Ancak Protestan kiliseleri arasında da bu sisteme göre yönetilen kiliseler vardır. Katolik kiliselerinde rahipler evlenemezken, Ortodoks kiliselerinde rahipler evlenebilir. Protestan kiliselerinde böyle bir kural yoktur.

Papa:
Katolik Kilisesi Papa’nın dünyadaki tüm kiliselerin önderi olduğuna inanırlar ve özellikle Papa’nın yanılmazlığı ilkesini önemserler. Ortodoks ve Protestan kiliseleri buna kesinlikle inanmazlar.

Vaftiz:
Katolik Kilisesi çocukları vaftiz eder ve belirli bir yaştan sonra inanç ikrarı ile kilisenin tamamen bir üyesi olurlar. Ortodoks Kilisesi de çocukları vaftiz eder ancak bu vaftizle birlikte çocuklar kilisenin beklemeden bir üyesi olurlar. Protestan kiliselerinin genelinde çocuk vaftizi yoktur; ancak bu uygulamaya inanan Protestan kiliseleri de vardır.

Araf ve Endüljanslar:
Katolik Kilisesi Araf (geçici mekan) ve endüljans (günahların eylemle temizlenmesi) kavramlarına inanırlar. Araf kişilerin Cennet’e gitmeden önce günahlarının bedelini ödeyip temizledikleri geçici mekanın adıdır. Ortodoks ve Protestan kiliseleri bu kavramlara inanmazlar.

Meryem:
İsa Mesih’in annesi Bakire Meryem Katolik ve Ortodoks kiliselerinde günahsız, sonsuz bakire (İsa Mesih’ten başka çocuğu olmadığına olan inanış) ve İsa Mesih tarafından göğe alındığına inanırlar. Protestan kiliseleri Meryem’i seçilmiş, önemli bir karakter olarak görmekle beraber günahsız, sonsuz bakire ve göğe alınmasına inanmazlar.

Kutsal Kitap:
Katolik ve Ortodox kiliseleri Kutsal Kitap ve kilise geleneklerini eşit bir şekilde ilahi bilgi ve yetki kaynağı olarak görürler. Protestan kiliselerinin geneli sadece bu yetkinin sadece Kutsal Kitap’ta olduğuna inanırlar.

Sanat:
Katolik Kilisesi binalarında resim, heykel, fresko gibi sanat eserleri kullanırken, Ortodoks Kilisesi sadece resim ve mozaik kullanırlar. İki kilise geleneğinde bu sanat eserleri İsa Mesih, azizler, Kutsal Kitap sahneleri resmedildiği için bu sanat eserleri kutsal kabul edilir. Protestan kiliselerinde böyle bir inanış yoktur.

Rab’bin Sofrası Töreni:
Rab’bin Sofrası töreni, Evkaristya ya da Komünyon olarak adlandırılır. İsa Mesih’in çarmıha gerilmeden önce öğrencileriyle yemiş olduğu son akşam yemeği ve burada İsa Mesih’in sözlerinden dolayı ibadetlerde önemli bir yere sahiptir. Ortodoks ve Katolik kiliseleri bu törende ekmek ve şarabın gerçek dönüşümüne ve İsa Mesih’in bu tören süresince masadaki gerçek varlığına inanırlar. Protestan kiliselerinin genelinde bu tören sadece simgeseldir.

Kaynak: https://www.kutsalkitap.org/katoliklik-ortodoks-protestanlik/

Tevrat ve Zebur’un Durumu

Tevrat ve Zebur’un Durumu

Bazı insanlar bizlere gelip şöyle güzel ve mantıklı görünen bir hikâye anlatırlar: “İlkin Tanrı Tevrat’ı Hz. Musa aracılığıyla Yahudi halkına yolladı ama etkin olmadığı veya hahamlar onu değiştirdikleri için ardından Zebur’u Hz. Davut’a indirdi, fakat onun geçerliliği bitince Tanrı Hz. İsa aracılığıyla Hıristiyan kavmine İncil’i verdi. Yine insanların İncil’i tahrif etmeleri üzerine Tanrı sonsuza dek kalıcı olacak Kuran’ı Müslüman halkına Hz. Muhammed aracılığıyla yollamaya karar verdi.” İlk başta bunu belirtelim ki gerçek tarih böyle bir iddiayı desteklemiyor. Daha önemlisi, Tanrı gerçekten birbirini geçersiz kılan farklı vahiyler farklı kavimlere göndermiş olsaydı hem kafamızı adeta allak bullak etmiş hem de kendi karakteriyle çelişmiş olurdu. Tevrat ve Zebur (Eski Antlaşma) sadece Musa ve Davut’un yazmış olduğu kitaplardan ibaret değil, bunun dışında, Tanrı’nın esinlemiş olduğu başka peygamberlere ilettiği vahiyleri de içermektedir (Eyüp, Süleyman, Yeşaya, Zekeriya vs.). Eski Antlaşma İsrail halkına gönderilen ve kutsal peygamberlerin yazılarını içeren 39 bölümlük bir bütündür. Ayrıca, bu kutsal yazılar aynı ortak mesajı sürdürmekte ve birbirini geçersiz kılmamaktadır. Hatta peygamberlerin sözlerinin başından sonuna kadar İsa Mesih’i işaret ettiklerini ve İsa Mesih’te tamamlandıklarını güvenle söyleyebiliriz (bkz. Luka 24:25-27İbraniler 1:1-3). Bu anlamda İncil (Yeni Antlaşma), Kutsal Kitap’ın ilk yarısı olan Eski Antlaşma’yı tamamlamış oldu. Her bir Hıristiyan hem Eski, hem de Yeni Antlaşma’yı Tanrı’nın Sözü olarak kabul eder. İncil’in olduğu gibi, Eski Anlaşmanın yazılarının günümüze kadar bozulmadan geldiğine dair bol tarihsel ve arkeolojik kanıtlar bulunmaktadır. 

Kaynak: Hey Gavur! Anlatsana kitapçığı

İznik Konseyi ve İncil

İznik Konseyi ve İncil

İncil konusundaki bir başka iddia ise İznik şehrinde yapılan konseyde 4.400’ü aşkın değişik el yazmalarından en uygun görülen dört farklı (MattaMarkosLukaYuhanna) İncil’in seçildiği yönündedir. Hatta kimileri çok basit ve komik bir iddiada bulunur: “Piskoposlar üzerinde yüzlerce İnciller bulunan masayı sallamışlar ve kitapların birçoğu düşmüş sadece dört tanesi kalmış. Bunları da hakiki İncil olarak kabul ettiler.” Milletin bu tür şeylere nasıl inandığı bizi şaşırtıyor — tabii ki bunu da itiraf edelim ki bizler de eskiden böyle hurafelere inanıyorduk. Bu iddiaların akıl dışı ve çok komik olduğu aşikârdır. Bugün elimizde olan ve okuduğumuz İncil’in sadece içindekiler bölümüne bakıldığında bu hikâyenin gerçeği yansıtmadığını görürüz, çünkü Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncil’in sadece ilk dört bölümü oldukları ve İncil’in toplamı 27 bölümden oluştuğu görülebilir. Yukarıda belirttiğimiz gibi eski ve tarihi kaynaklara göre elimizdeki İncil’den başkası olmamıştır. Peki, İznik konseyi denen şey nedir? M.S.325 yılında toplanan konseyde İsa Mesih’in ilahi sıfatı tartışıldı. Özellikle İsa Mesih’in tanrılığını kabul etmeyen ve inanlıları bu düşüncesi ile doğru yoldan çıkarmak isteyen Aryus adındaki bir kilise görevlisinin iddiaları görüşüldü. Bu görüşmeler neticesinde İsa’nın tanrılığı tartışılamayacak bir olgu olarak kabul edilmiş ve yayınlanan bir inanç bildirgesi ile bu karar dünyanın dört bir yanındaki Hıristiyan topluluklarına bildirilmiştir. İznik Konseyinde İncil’in metinleri üzerine bir tartışma söz konusu olmamıştır. Tersine katılan herkes aynı İncil’i kullanarak İsa Mesih’in tanrılığını tartışıp ortak bir anlayışa vardılar. 

Kaynak: Hey Gavur! Anlatsana kitapçığı